
İsa (aleyhisselam)’ın kıyamet alâmetlerinden birinin tahakkuku olarak[1] yeryüzüne ineceği birçok Kur’an âyetinin beyânı ve hadis-i şeriflerin sarih ifadeleriyle sabit bir hakikattir. Kendilerini diğer müsellem konulardaki şazlıklarıyla da bildiğimiz sayılı birkaç isimden[2] başka hiçbir âlim bunun aksini savunmamıştır. Zira konu hakkındaki âyetlerin ifadeleri ve rivâyetlerin tevâtür seviyesindeki kesinliği hakkı teslim etme niyetinde olan herkesin kabulleneceği netliktedir. Buna binaen İslam uleması, kıyamete yakın Hz. İsa’nın Şeriat-ı Muhammediyye’ye tabi bir peygamber olarak yeryüzüne ineceği üzere icma etmiştir.[3]
Zihin dünyası farklı ideolojilerin zerk ettiği fikirlerle bir hayli bulanmış olanların bu mesele etrafındaki ithal fikirleri, âyet ve hadislerin ortaya koyduğu hakikati perdeleyemez. Nitekim, Allah (azze ve celle) Kur’an’ın bu hadiseyi haber vermesini tepkiyle karşılayan Kureyş’in[4] durumunu “Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar” [5]ayet-i celîlesiyle anlatmaktadır. Onların bu şekildeki bağrışmaları nasıl ki bu hakikatin asırlar sonrasına intikaline engel olamadıysa günümüzdeki aykırı seslerin de vahyin ortaya koyduğu bu gerçeği örtmesi mümkün olmayacaktır.
Ulemanın, nüzûl-i İsa (aleyhisselam) ile ilgili Kur’an ve Sünnet’ten getirdikleri delilleri kısaca şöyle özetlememiz mümkündür:
Kur’an-ı Kerim’den Deliller
1. Delil:
إِذْ قَالَ اللهُ يَا عِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Hani Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Şüphesiz ben seni teveffî ediciyim, seni kendime yükselticiyim, o kâfir olmuş kimselerden seni tertemiz ediciyim ve kıyamet gününe kadar sana uymuş olanları inkâr etmiş olanların üstünde kılıcıyım! Sonra dönüşünüz ancak banadır! Artık kendisinde ihtilaf etmekte bulunmuş olduğunuz şeyler hususunda aranızda ben hüküm vereceğim!”[6]
Her ne kadar nüzul-i İsa’yı inkâr edenler bu ayette geçen “teveffî” ifadesini yaygın kullanımından hareketle akla ilk tebâdür eden “öldürme” manasına hamlederek İsa (aleyhisselam)’ın öldürüldüğünü, bir daha nüzul etmeyeceğini savunuyorlarsa da ayet-i kerime aksini ispat edici mahiyettedir. Zira, teveffî kelimesi lügavî manası itibarıyla “bir şeyi kabzetmek; almak” demektir. Teveffî kelimesinin arap dilindeki hakiki manası budur. Can almak manasında kullanımı ise mecazdır.[7] Dolayısıyla âyet-i kerimenin manası: “Ben seni yeryüzünden alıp bana yükselteceğim” şeklindedir.[8]
Konuyla ilgili kaynaklara bakıldığında bu kelimenin “ölüm manasında ilk kez Kur’an-ı Kerim tarafından mecazî olarak kullanıldığı görülmektedir.[9]”Bir an için bu kelimenin “öldürmek, uyutmak ve almak” manaları arasında müşterek olduğunu kabul etsek bile bununla muradın ne olduğu diğer âyetlerle kesinkes açıklandığı için “öldürmeksizin almak” manasında kat’î olur. Bu sebepledir ki; İbn Cerîr et-Taberî, “teveffî” kelimesine yönelik tefsir sadedindeki rivayetleri aktardıktan sonra şöyle demektedir: “Bu durumda âyetin manası şudur: Allah Teâlâ İsa (aleyhisselâm)’a ‘Ey İsa! Ben seni yeryüzünden alıp kendime yükselticiyim’ buyurmuştur.[10] Bu kelimeyi mecaza hamlederek “öldürme” manasında anlamamız durumunda da netice değişmeyecektir. Zira “vav” tertib ifade etmeyeceğine göre mana: “Seni katıma yükseltip dünyaya indirdikten sonra öldüreceğim” şeklinde olacaktır.[11]
Teveffî kelimesini “yeryüzünden almak” manasında anlamımız hem kelâmda asl olanın hakikat olması kaidesince,[12] hem diğer ayetlerin bu manayı desteklemesi hasebince hem de konu hakkında zıttına ihtimal etmeyecek derecede sahih ve sarih hadislerin varid olması sebebiyledir. Bunların hiçbirinin olmadığını kabul etsek dahi mezkur ifadenin “öldürme” manasına hamledilmesi doğru olmayacaktır. Zira arap dilinde ism-i fâil sıygası, şimdiki zaman manasında hakikat olup gelecek zaman manasında mecazdır. Buna göre bahsini yaptığımız ifadeye “öldürme” manası verdiğimizde âyetin anlamı: “Seni şimdi öldüreceğim” şeklinde olacak ve bu ihtimal de Yahudilerin iddiasını Kur’an’ın tasdik ettiği neticesini doğuracaktır. Gelecek zaman manası vererek mecaza gittiğimizde ise ayrı bir delil olmaksızın bu zaman dilimlerinden hiçbiri diğerine nispetle tercihe şayan olmayacaktır. Tercih edilmesi gereken zaman, delillerin dayandığı gelecek zaman olacaktır ki, bu da İsa (aleyhisselam)’ın nüzul edeceği vakittir.[13]
Ayrıca âyetin devamında yer alan, “Kıyamet gününe kadar sana uymuş olanları inkâr etmiş olanların üstünde kılıcıyım” şeklindeki ifâde-i celîle de İsa (aleyhisselam)’ın nüzulüne kuvvetli bir delildir. Zira Allah Teâlâ İsa (aleyhisselam)’a bi hakkın tabi olup kıyamete kadar inkâr edenlere üstün gelecek bir taifeden bahsetmektedir. Oysa İsa (aleyhisselâm)’ın kavminden ona tabi olanların çok az olduğu bilinen bir hakikattir.[14] Allah Katına yükselişinin ardından ise dininde ciddi anlamda tahrifler meydana geldiğini Kur’an-ı Kerim haber vermektedir.[15] Bununla birlikte Hristiyanların hiçbir zaman Yahudilere galibiyet sağladıkları görülmemiştir.[16]
Binaenaleyh, İsa (aleyhisselam)’a tabi olacak bu topluluk onun hayatında geleceğine göre bu onun nüzulüyle olacaktır. Onun yeryüzüne gönderilişi ile kendisine tabi olanlar kıyamete dek inkâr edenlere üstün kılınacaktır. Bu sebeple mezkûr ayet-i kerimedeki ifade “Ümmet-i Muhammed” olarak tefsir edilmiştir.[17]
Buna göre, Maide Süresi’nin 117. Ayet-i kerimesinde yer alan İsa (aleyhisselam)’ın Allah Teâlâ’ya hitaben söylediği “Sen beni teveffî edince” şeklindeki ifadesini de “sen beni katına yükseltince” manasında anlamak gerekmektedir.[18]
2. Delil:
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا (157) بَلْ رَفَعَهُ اللهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللهُ عَزِيزًا حَكِيمًا (158)
“Bir de onların ‘biz Allah’ın resulü (geçinen) Meryem oğlu İsa Mesih’i gerçekten öldürdük’ demeleri sebebiyle (onların kalplerini mühürledik.) Halbuki ne onu öldürebildiler ne de onu asabildiler. Velakin onlar(ın kafalarını karıştırmak) için iyice benzetildi. Şüphesiz o kimseler ki onun hakkında ihtilafa düşmüşlerdir; elbette o (nun asılıp asılmadığın)dan büyük bir şüphe içindedirler. Kendileri için bu hususta tamamen zanna uymaktan başka hiçbir ilim yoktur. Ve onlar onu yakinen öldürmüş değillerdir. Doğrusu Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah Aziz’dir, Hakîm’dir.”[19]
Âyet-i Kerime, İsa (aleyhisselam)’ın kesinkes öldürülmediğini bilakis Allah katına yükseltildiğini tasrih etmektedir. Ayette bahsedilen yükseltme münkirler tarafından iddia edildiği gibi manevi bir yükseltme olmayıp hissîdir. Zira رفع kelimesi arap dilinde bir şeyin aşağıdan yukarıya hissî anlamda yükseltilmesi anlamında kullanılmaktadır.[20] Bu kelimenin makamın yükseltilmesi manasında mecaza hamledilmesi için herhangi bir delil yoktur. Hakikat taazzür etmeden mecaza gidilemeyeceği müsellem bir kaidedir.[21] Âyet-i kerimedeki yükseltilmeyi makamının yükselmesi manasına hamletmek delil olmaksızın mecaza gitmek olacağına göre bahsi yapılan yükseltilmenin hissî olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca ayetteki mezkûr ifadeyi mecâzî manaya hamletmeye mani olacak birçok vecih vardır. Birkaç tanesini şöyle sıralamamız mümkündür:
- Âyetin siyakı Yahudilerin Hz. İsa (aleyhisselam)’ı öldüremedikleri bilakis ona benzeyen kişiyi öldürdüklerini ispat ederek onların bu husustaki batıl inancını reddetme sadedindedir. Ve bu şekilde de ayette yer alan بل edatının öncesi sonrası ile uyumlu hale gelmiş olacaktır. Aksi takdirde makamın yükseltilmesi öldürme ile zıtlık teşkil etmez. Zira nice yüksek mertebe sahibi peygamberler öldürülmüştür. Dolayısıyla makamın yükseltilmesi ile öldürme işi arasında tezat bulunmadığı için aralarına بل edatının gelmesi sahih olmaz. İbnü Ebî Şeybe[22] ve İbnü Ebî Hâtim[23] gibilerinin[24] İbn Abbas (radıyallahu anh)’tan sahih senetle naklettiklerine göre Hz. Îsa (aleyhisselam) bir evin tavan boşluğundan yükseltilmiştir.” Bu tefsir İbn Abbas (radıyallahu anh)’ın kendi görüşüyle yapabileceği bir izah olamayacağından dolayı hükmen Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tefsiri sayılacaktır.
- Ayetteki yükseltmeyi “makamını yükseltmeye” hamlettiğimizde bu hususiyetin bu mahalde özellikle vurgulanmasının bir manası kalmamaktadır. Zira ülü’l-azim peygamberlerin her birinin makamı zaten daima yücedir.
- Bir şahsın yükseltilmesini “Allah onu yükseltti” diyerek إلى lafzına bağlamak bu yükseltilmenin mecaz olamayacağını gösterir. Zira manevi yükselişi bir nihayete ve varış noktasına bağlamak anlamsızdır. إلىlafzının mütekellim zamirine izafe edilmesi ise “teşrif/şereflendirmek” maksadıyladır. Buna göre ayetin manası: “gökyüzüne veya meleklerimin yanına” şeklindedir.
- Ayetteki yüceltmeyi muzafı hazfederek “ruhunu yüceltmek” manasına yormak da doğru değildir. Zira hazif normalin aksine bir durumdur. Ayeti böyle manalandıran bir tek müfessir bulmak mümkün değildir. Çünkü ayetin, hem ruhu hem de bedeni kapsayan “şahsî yükseltme” manasına delaleti kat’îdir.[25]
3. Delil:
وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا
“Andolsun Ehl-i kitaptan her biri ölümünden önce mutlaka ona inanacaktır. Kıyamet gününde ise o onlar aleyhine bir şâhid olacaktır.”[26]
Bu ayet-i kerimede yer alan به ve موته ifadelerindeki her iki zamir de İsa (aleyhisselam)’a râcidir. Zira âyetin siyakında kendisinden bahsedilen kişi odur. Burada yer alan zamirlerden birinin diğerininkinden başka bir mercie dönmesinde teştîtun li’d-damâir/zamirlerin dağıtılması kusuru vardır. Ve Kur’an-ı Kerim böyle bir kusurdan münezzehtir. Ayrıca Sahihayn’da Ebû Hureyre (radıyallahu anh)’ın bu iki zamiri İsa (aleyhisselam)’a döndürdüğü sahih olarak rivayet edilmiştir.[27] Buna göre ayetin manası, ehl-i kitaptan her bir kimsenin Hz. İsa (aleyhisselam)’ın vefatından önce ona mutlaka iman edeceği yönündedir. Bahsi yapılan ehl-i kitap da Hz. İsa (aleyhisselam)’ın nüzulünden sonra var olacak kimselerdir.[28] Müfessirler âyetin manası ile ilgili tercihe şayan olan veçhin bu olduğunu söylemişlerdir.
Âyetteki zamirin ehl-i kitaptan olan kişiye râci olduğu savunularak genellikle münkirler tarafından verilen mana râcih olamaz. Zira ayeti böyle manalandırdığımızda ehl-i kitaptan her bir kimsenin vefat etmeden önce mutlaka İsa (aleyhisselam)’a iman etmiş olması gerekmektedir. Oysa ehl-i kitap kavramına dahil olan Yahudilerin hali hayatında İsa (aleyhisselam)’a iman etmedikleri gibi onu öldürmeye kalkıştıkları ve en nihaye öldüğünü sanarak inkârlarını sürdürdükleri malum bir hakikattir. Aynı durum günümüz Yahudileri için de geçerlidir. Zira onlar da İsa (aleyhisselam)’a inanmamaktadırlar. Şu halde âyetin bu manaya hamledilmesi Kur’an’ın müekked bir üslub ile vadettiği şeyin meydana gelmemesi sonucunu doğuracağından dolayı makbul bir tevil değildir.
4. Delil:
وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ
“Şüphesiz ki o (İsa aleyhisselam) elbette o (kıyamet) an (ı) için önemli bir bilgidir. Öyleyse onun hakkında asla şüphe etmeyin! (Ey kullarım!) Siz bana hakkıyla uyun! İşte bu dosdoğru bir yoldur.”[29]
Nüzûl-i İsa’yı inkâr edenler dahi bu ayette yer alan zamirin İsa (aleyhisselâm)’a râci olduğunu inkâr edememektedirler. Zira âyetin öncesine bakıldığında tamamen konunun İsa (aleyhisselam) olduğu açıktır. Lakin onlar bu âyette bahsi yapılan İsa (aleyhisselam)’ın kıyamet için bir alamet oluşunu, muhatapların müşrikler olmasından hareketle peygamber olarak gönderilmesi, ölüleri diriltmesi gibi manalara hamletmektedirler. Halbuki bu durum onların lehine değil aleyhine delil teşkil edecektir. Zira, İsa (aleyhisselam)’ın ne peygamberliğine, ne de diğer mucizelerine inanmayan müşrikler için onun kıyamet alameti olmasının ne anlamı olabilir?
Müfessirlerce âyette kastedilen mana: İsa (aleyhisselam)’ın nüzulüyle kıyamet için bir alamet olacağıdır. Nitekim, İbnü Abbas, Ebu Hureyre, Ebû Mâlik el-Ğıfârî, Zeyd ibnü Ali, Katâde, Mücahid, Dahhâk, Malik ibnü Dînâr, el-A’meş, el-Kelbî, İkrime, Ebû Rezîn, Ebû Abdirrahman es-Sülemî (radıyallahu anhum) gibi birçoklarının kıraati olan لَعَلَمٌ vechi sahih bir kıraatir.[30] Bu kıraatin İsa (aleyhisselam)’ın nüzulüne delaleti çok daha kuvvetlidir. İbnü Hibbân Sahîh’inde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ilgili ifadeyi İsa (aleyhisselam)’ın nüzulü olarak tefsir ettiğini nakletmektedir.[31]
5. Delil:
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِحِينَ
“İsa (aleyhisselam) beşikte de yetişkinken de insanlara konuşacak ve Salihlerden olacak.”[32]
Ulema bu ayet-i kerimede de İsa (aleyhisselam)’ın nüzulüne kuvvetli bir işaret bulunduğunu söylemişlerdir.[33] Zira âyet-i kerimede İsa (aleyhisselam)’ın bir mucize eseri olarak beşikte insanlara konuşacağı vurgulanırken yetişkinken de konuşacağı belirtilmektedir. Yetişkin ifadesiyle tercüme edilen “كهل” ifadesi arap dilinde gençlik devresi ile yaşlılık dönemi arasındaki ara dönem manasında kullanılmaktadır. Bu dönem de kişinin otuz beş yaş sonrası dönemine tekabül etmektedir. İsa (aleyhisselam) otuzlu yaşların başlarında semaya ref edildiğine göre[34] ayette bahsedilen çağda insanlar ile konuşması nüzulünden sonra, Deccâl’i öldürdüğünde olacaktır.[35]
Ulema, İsa (aleyhisselam)’ın nüzulüne bunların dışındaki âyetlerle de delil getirmiştir. Meselenin daha fazla uzamaması maksadıyla tamamını serdetmekten imtina ediyoruz. Kur’ân-ı Kerim’in nüzul-i İsa konusundaki bu denli kuvvetli beyanlarından sonra bu meseleye değinmediğini söylemenin ilmî ciddiyetle bağdaştırılabilecek bir yanı yoktur.
Hadis-i Şeriflerden Deliller
İsa (aleyhisselam)’ın kıyamete yakın zamanda yeryüzüne ineceğini sarahaten ifade eden çokça hadis-i şerif vardır. Alimler bu hususta muttali’ olabildikleri hadislere göre muhtelif rakamlar vermektedirler. Konuyla ilgili en etraflı çalışma bildiğimiz kadarıyla Allâme Muhammed Enver Şâh el-Keşmîrî’ ye aittir. el-Keşmîrî, et-Tasrîh bi mâ Tevâtere fî Nüzûli’l-Mesîh isimli eserinde yetmiş altısı merfu olmak üzere toplam yüz bir hadis nakletmiştir. Merhum Abdülfettah Ebû Gudde bu rivayetlerin dördünün mevzu olduğu tespitini yapmış ve bunlara on hadis daha eklemiştir.[36] İlgili eseri esas aldığımızda bu husustaki merfu rivayetleri nakleden sahabî sayısının otuz beş olduğunu göreceğiz. Bunun yanında sahabe sözü olarak nakledilen otuz beş mevkuf rivayetin bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Bütün bunlar konu hakkındaki rivayetlerin tevatür seviyesinde olduğunun inkâr edilemezliğini gözler önüne sermektedir.
Bu meseleyle ilgili tüm rivayetleri aktarmak mümkün olmadığına göre Buhârî ve Müslim’in naklettiği sadece bir rivayeti zikretmekle iktifa edeceğiz:
عَنْ ِبْنِ الْمـُسَيَّبِ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : «وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَيُوشِكَنَّ أَنْ يَنْزِلَ ابْنُ مَرْيَمَ حَكَمًا مُقْسِطًا، فَيَكْسِرَ الصَّلِيبَ وَيَقْتُلَ الْخِنْزِيرَ، وَيَضَعَ الْجِزْيَةَ وَيَفِيضَ الْـمَالُ حَتَّى لاَ يَقْبَلَهُ أَحَدٌ».
(Saîd) İbnu’l-Müseyyeb’den nakledidiğine göre o Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’in şöyle derken işitmiştir: ‘Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:’ “Nefsim yedinde olan (Allah)’a yemin olsun ki, muhakkak Meryem oğlu İsa’nın sizin içinize âdil bir hakem olarak inmesi, Hrıstiyanlar’ın o haçını kırması, domuzu öldürmesi, cizye vergisini kaldırması, malın hiçbir kişinin kabul etmeyeceği kadar çoğalıp taşması yakın zamanda elbette vâki’ olacaktır.”[37]
Hadislerin Mütevâtir Oluşu
İbnu Cerîr et-Taberî, ,[38] el-Âburrî,[39] es-Sa’lebî,[40] İbnu Atıyye,[41] Muhammed İbnu Rüşd,[42] el-Kurtubî,[43] Ebû Hayyân,[44]İbnü Kesîr,[45] İbnü Hacer,[46]es-Se’âlebî,[47]es-Suyûtî,[48]İbnü Hacer el-Heytemî,[49] el-Âlûsî,[50] el-Kettânî,[51] gibi âlimler[52] Nüzûl-i Îsa konusundaki hadislerin mütevâtir olduğunu söylemişlerdir. Kendisinde hiçbir şekkin bulunmadığı bir sübut ile sabit olan[53] bu hadislerin ne aklen ne de şer’an reddedilebilecek bir yanı yoktur.[54]
Her şeyden önce ümmetin alimleri, sahih bir senetle Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e muttasıl olan bir rivayetin -bir başka rivayet tarafından nesh edilmediği sürece- kabul edilmesi gerektiği hususunda ittifak halindedir.[55]Konuyla ilgili âyetlerin beyanı, sahih ve sarih rivayetlerin tevâtüren sübutundan dolayı ümmetin uleması İsa (aleyhisselam)’ın kıyamete yakın nüzul edeceği görüşü üzere icmâ etmişlerdir.[56] Bundan dolayı ulema bu hakikati inkâr etmenin, muhbiri olan Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’i yalanlamak anlamına geleceğini söylemiştir.[57]
İnkârının Hükmü
Dünden bugüne İslam uleması Nüzûl-i Îsa’nın tahakkukuna dair ittifak etmişler, kimileri bu hakikati savunmak için müstakil eserler telif etmişken[58] bazıları da bunu muhtelif eserlerde bir akîde esası olarak zikretmişlerdir. Bu kabilden İmam Ebû Hanife el-Fıkhu’l-Ekber’inde,[59] İmam Ahmed Usûlü’s-Sünne’sinde,[60] İmam el-Mâturîdî Te’vîlât’ında[61] ve Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber’inde,[62] İmâm el-Eş‘arî Makâlât’ında,[63] Ebû Ca‘fer et-Tahâvî el-Akîde’sinde,[64] İbnü Mende el-Îmân’ında,[65] Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark’ ı[66] ve Usûlü’d-Dîn’inde,[67] Ebû Amr ed-Dânî er-Risâletu’l-Vâfiye’sinde,[68] Ebu’l-Yüsr el-Bezdevî Usûlü’d-dîn’inde,[69] İsmâ’îl el-Isfehânî el-Hücce’sinde, [70] el-Ğaznevî Usûlü’d-Dîn’ inde,[71] eş-Şehristânî, el-Milel’inde,[72] Ali İbnü Osman el-Ûşî Bed’u’l-Emâlî’sinde,[73] Abdüğani el-Makdisî el-İktisâd’ında,[74] İbnü Kudâme el-Makdisî Lum‘atu’l-İ‘tikâd’ında, [75] Kadı İsmâil eş-Şeybânî Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye’sinde,[76] et-Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd’ı[77] ve Şerhu’l-Akâid’inde,[78]Ebu’l-Berekât en-Nesefî el-İ‘timâd fi’l-İ‘tikâd’ında,[79] Ali el-Kârî Minah’ında[80] ve Dav’u’l-Me’âlî’sinde,[81] ed-Derdîr Şerhu’l-Harîde’sinde[82] İsa (aleyhisselam)’ın nüzulünü inanılması icap eden kıyamet alametlerinden biri olarak zikretmişlerdir. Akîde metinlerimizde yer alan bu esası inkâr eden kişinin ehl-i sünnet ve cemaat akidesine bağlı kalamayacağı kesindir. Zira hakkında tevatür seviyesinde hadisler varid olmuş olan ve ümmetin üzerinde icmâ ettiği böyle bir hakikati inkâr eden kişinin bidat ve dalâlet ehli olacağı hususunda hiç şüphe yoktur.[83]
Hatta bazı alimler Nüzûl-i İsa’yı inkâr edenin kâfir olacağını söylemiştir. Nitekim usulcüler mesnedi itibarıyla delâleti kat’î bir âyete veya mütevâtir hadislere dayanan ve her bir Müslümanın bilebileceği icmâ’î bir hükmü inkâr edenin küfrüne hükmetmişlerdir. Bu sebeple İmam es-Suyûtî,[84] el-Âlûsî,[85] el-Keşmîrî[86] gibi âlimler konu hakkındaki hadislerin tevatür seviyesindeki kesinliğinden hareketle İsa (aleyhisselâm)’ın nüzulünü inkâr ederek icmâ’a muhalefet edenlerin tekfir edilmesi gerektiğini söylemişlerdir.
[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 26/63, No: 16141; Müslim, “Kitâbu’l-Fiten ve Eşrâti’s-Sa’a”, No: 2901;Nesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, 6/456, No: 11418; Tahâvî, Şerhu Müşkili’l-Âsâr, 2/418, No:959; Hakim, el-Müstedrek, “Kitâbu’l-Fiten ve’l-Melâhim”, No: 8317; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, No: 3028; Müsnedu’ş-Şâmiyyîn, No: 864; Humeydî, Müsned, 2/364, No: 827; Tayâlisî, Müsned, 2/394, No: 1163; Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 7/635, No: 12458
[2] Mu’tezile’den Ebû Ali el-Cübbâî, Ahmed Emîn, Abdülkerim el-Hatîb, Ebû Reyye, Muhammed İzzet Derveze, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mahmud Şeltut, Muhammed Ebu Zehra, Muhammed Esed, Fazlurrahman, Hasan Hanefî, gibileri Nüzûl-i İsâ’yı inkâr edenlerdendir.
[3] es-Seffârîni, Muhammed İbnu Ahmed, el-Buhûru’z-Zâhira fî Ulûmi’l-Âhira, Thk: Muhammed İbrahim Şelebî Şûmân, Ğerâs, Kuveyt, 2007, Baskı: I, s. 512
[4] el-Mâverdî, Ebu’l-Hüseyn Ali İbnü Muhammed, en-Nüketu ve’l-Uyûn Tefsîru’l-Mâverdî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 5/233; İzz İbnü Abdisselam, Tefsîru’l-Kur’ân, Thk: Abdullah b. İbrâhim el-Vehbî, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1416, Baskı: I, 3/159
[5] Zuhruf, 57
[6] Âl-i İmrân, 55
[7] ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud İbnu Amr, Esâsu’l-Belâğa, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1419, Baskı: I, 2/347
[8] en-Nisabûrî, Necmuddin Mahmud İbnü Ebi’l-Hasen, Îcâzu’l-Beyân an Me’âni’l-Kur’ân, Thk: Hanif İbnu Hasen el-Kâsimî, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut, 1415, Baskı: I, 1/261
[9] İbnu Sîde, Ebu’l-Hasen Ali İbnü İsmâil, el-Muhassas, Thk: Halil İbrâhim Ceffâl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1417, Baskı: I, 2/71, el-Bennûrî, Muhammed Yusuf el-Hüseynî, Yetîmetu’l-Beyân (Müşkilâtu’l-Kur’ân ile) İdâretu’l-Kur’ân ve’l-Ulûmi’l-İslâmiyye, Karaçi, Pakistan, 1436, Baskı 4, s. 91
[10] et-Taberî, Muhammed İbnü Cerîr, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Thk: Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetu’r-Risâle, 1420, Baskı: I, 6/455
[11] Bkz. Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 6/458; İbnu Ebî Hâtim er-Râzî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/661; es-Sem’ânî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1/324; er-Râzî Fahruddin, Muhammed İbnü Ömer, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1420, Baskı: III, 8/238
[12] ez-Zerkâ, Ahmed b. eş-Şeyh Muhammed, Şerhu’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye, Daru’l-Kalem, Dımeşk, 1409, Baskı: II, 1/133
[13] el-Kevserî, Muhammed Zâhid İbnu Hasen, Nazratun Âbira fî Mezâ’imi Men Yunkiru Nüzûle İsa Aleyhisselâm Kable’l-Âhira, Kahire, 1987, Baskı: II, s.95-96
[14] Âl-i İmrân, 52
[15] Bkz. Âl-i İmrân, 59-61, 64, 79,80; Mâide, 17,18, 72-76, 116,117; Tevbe, 30,31
[16] el-Beydâvî, Nâsıruddin Ebu Said Abdullah, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Thk: Muhammed Abdurrahman el-Mer’aşlî, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418, Baskı: I, 2/19
[17] Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 6/463; el-Beğavî, Ebu Muhammed el-Hüseyn İbnu Mes’ûd, Me‘âlimu’t-Tenzîl, Daru Tayba, 1417, Baskı: IV, 2/45; en-Nesefî Ebu’l-Berekât Abdullah İbnu Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Daru’l-Kelmi’t-Tayyib, Beyrut, 1419, Baskı: I, 1/259; Ebussuud, Muhammed İbnu Muhammed, İrşâdu’-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâbi’l-Kerîm, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 2/44
[18] ed-Dımeşkî İbnü Âdil, Ebû Hafs Siracuddin Ömer, el-Lübâb fî Ulûmi’l-Kitâb, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan,1419, Baskı: I,7/624; el-Endelûsî, Ebû Hayyân Muhammed b. Yusuf, el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr, Thk: Sıddkî Muhammed Cemil, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1420, 4/419; el-Bikâ’î, İbrâhim İbnü Ömer, Nazmu’d-Dürer fî Tenâsubi’l-Âyâti ve’s-Süver, Daru’l-Kitâbi’l-İslâmî, Kahire, 6/367
[19] Nisâ, 157, 158
[20] Ebu Hayyan el-Endelûsî, el-Bahru’l-Muhît, 3/177
[21] en-Nevevî, Ebu Zekeriyya Muhyiddin, el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim İbni Haccâc, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1392, Baskı: II,13/96; Mecelletü’l-Ahkâmi’l-Adliyye, Nâşir: Nur Muhammed, Karaçi, Pakistan,s. 23, Madde: 61; ez-Zürkânî, Abdülazim, Menâhilu’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Matbaatu İsa el-bâbî el-Halebî, Baskı: II, 2/60
[22] İbnü Ebî Şeybe, Ebubekir Abdullah, el-Musannef, Thk: Muhammed Avvâme, Daru’l-Kıble, 16/550, No: 32537
[23] er-Râzî, İbnü Ebî Hâtim Ebu Muhammed Abdurrahman, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Mektebetu Mustafa el-Bâz, 1419, Baskı: III, 4/1110
[24] Nesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, “Kitâbu’l-Cenâiz ve Temenni’l-Mevt”, No: 11527; İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail İbnü Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Thk: Sami İbnü Muhammed Selame, Daru Tayba, 1420, Baskı: II, 2/46
[25] el-Kevserî, Nazratun Âbira, 93-94
[26] Nisa, 159
[27] Buhari, “Kitâbu’l-Enbiyâ”, No: 3264; Müslim, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 242. Nitekim bu görüş Muhammed ibnu Beşşâr > İbnu Mehdî > es-Sevrî > Ebû Hasîn > İbnu Cübeyr > tarikiyle İbnü Abbas (radıyallahu anh)’tan da sahih bir senetle nakledilmiştir. Bkz. et-Taberî, Cami’u’l-Beyân, 9/380; İbnü Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, II/452
[28] el-Kevserî, Nazratun Âbira, s. 100-101
[29] Zühruf, 61
[30] el-Bahr, 8/26; el-İthâf, 387; et-Taberî, 25/55; el-Muharrer, 13/244; Muhtasaru İbni Hâlûye, 135-136; el-Kurtubî, 26/105; Zâdu’l-Mesîr, 7/325; el-Keşşâf, 3/102; Me’âni’z-Zeccâc, 4/417; Me’âni’l-Ferrâ, 3/37; İ’râbu’n-Nehhâs, 3/98; er-Râzî, 27/222; Rûhu’l-Me’ânî, 25/95; Fethu’l-Kadîr, 4/562; ed-Dürru’l-Mesûn, 6/106; et-Takrîb, ve’l-Beyân, 157. Bkz. Abdüllatif el-Hatîb, Mu’cemu’l-Kırâât, Daru Sa’du’ddin, 8/392-393
[31] İbnü Hibbân, Sahih, “Kitâbu’t-Târîh”, No: 6817; el-Kevserî, Nazratun Âbira, s. 104
[32] Âl-i İmrân, 46, Benzeri bir ayet-i Kerime için bkz. Mâide, 110
[33] Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 6/457;
[34] Bkz. el-Meydânî, Abdurrahman Habenneke, el-Akîdetu’l-İslâmiyye ve Ususuhâ, Daru’l-Kalem, Dımeşk, 2010, Baskı: XV, s. 439
[35] en-Nİsabûrî, Nizâmuddin el-Hasen, Ğarâibu’l-Kur’ân ve Reğâibu’l-Furkân, Thk: Zekeriyya el-Umeyrân, Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1416, 2/163; el-Âlûsî, Şihâbuddin Mahmud İbnu Abdillah, Rûhu’l-Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’i’l-Mesânî, Thk: Ali AbdülBârî Atıyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1415, 2/157
[36] Bkz. Muhammed Enver Şâh el-Keşmîrî, et-Tasrîh bi mâ Tevâtere fî Nüzûli’l-Mesîh, Thk: Abdülfettâh Ebû Gudde, Mektebu’l-Matbu’âti’lİslâmiyye, Beyrut, 2005, Baskı: VI, s. 294-296
[37] Buhârî, “Kitâbu’l-Büyû’”, No: 2109; Müslim, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 242
[38] et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 6/458
[39] el-Âburrî, Muhammed İbnu’l-Hüseyn, Menâkıbu’l-İmâmi’ş-Şâfi’î, Thk: Cemâl Azûn, ed-Dâru’l-Eseriyye, 1430, Baskı: I, s. 95; es-Suyûtî, Celâluddin, Şerhu Süneni İbni Mâce, Karaçi, 1/293, İbnu’l-Kayyimi’l-Cevziyye, el-Menâru’l-Münîf fi’s-Sahîhi ve’d-Da’îf, Thk: Abdülfettah Ebû Gudde, Halep, s.142
[40] es-Sa’lebî, Ebû İshak Ahmed İbnu Muhammed, el-Keşfu ve’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân, Thk: Ebu Muhammed İbnu Âşûr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1422, Baskı: I, 4/127
[41] İbnü Atıyye el-Endelûsî, Ebu Muhammed Abdülhak İbnu Ğâlib, el-Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Thk: Abdüsselam Abdüşşâfi Muhammed, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1422, Baskı: I, 1/444
[42] el-Kurtubî, Ebu’l-Velîd Muhammed İbnu Ahmed, el-Beyân ve’t-Tahsîl, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut, Lübnan, 1408, Baskı: II, 18/255
[43] el-Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ahmed, et-Tezkire bi ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhire, Thk: es-Sâdık İbnu Muhammed İbnu İbrâhim, Dâru’l-Minhâc,Riyâd, 1425, Baskı: I, 1/1205
[44] Ebû hayyân el-Endelûsî, el-Bahru’l-Muhît, 3/177
[45] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/454; en-Nihâye fi’l-Fiteni ve’l-Melâhim, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1408, Baskı: I, 1/93
[46] el-Askalânî, Ahmed İbnu Ali İbnu Hacer, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1379, 6/493
[47] es-Se’âlebî, Ebu Zeyd Abdurrahman ibnu Muhammed, el-Cevâhiru’l-Hisân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418, Baskı: I, 2/51
[48] es-Suyûtî, Celâlüddin , el-Hâvî li’l-Fetâvâ, Thk: Abdüllatif Hasen Abdurrahman, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1421, Baskı: I, 2/81
[49] el-Heytemî, İbnü Hacer, es-Savâ’iku’l-Muhrika alâ Ehli’r-Rafzi ve’d-Dalâli ve’z-Zendeka, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997, Baskı: I,2/480
[50] el-Âlûsî, Rûhu’l-Me’ânî, 11/213
[51] el-Kettânî, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ca’fer, Nazmu’l-Mütenâsir mine’l-Hadîsi’l-Mütevâtir, Thk: Şeref Hicâzî, Daru’l-Kütübi’s-Selefiyye, Mısır, s.226
[52] eş-Şevkânî, Muhammed İbnu Ali, Fethu’l-Kadîr, Daru İbni Kesîr, Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1414, Baskı: I, 1/618; el-Azîm Âbâdî, Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsu’l-Hak, Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1415, Baskı: II, 11/307, el-Mübârekfûrî, Muhammed Abdurrahman, Tuhfetu’l-Ahvezî bi Şerhi Câmi’i’t-Tirmizî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 6/402, Nûreddin Itr, Menhecu’n-Nakd fî Ulûmi’l-Hadîs, Daru’l-Fikr, Dımeşk, 1418, Baskı: III, s. 476
[53] Abdullah İbnu Muhammed İbnu Sıddîk el-Ğumârî, Akîdetu Ehli’l-İslâm fî Nuzûli Îsa Aleyhisselam, s. 12 [Abdullah İbnu Süleyman el-Ukaylî, Eşrâtu’s-Sâ’a, Vizâretu’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Suud, 1422, Baskı: I, S.159]
[54] en-Nevevî, el-Minhâc, 18/75
[55] İbnu Abdilberr, Ebu Amr Yusuf İbnu Abdillah el-Kurtubî, et-Temhîd limâ fi’l-Muvattai mine’l-Me’ânî ve’l-Esânîd, Vizâretu Umûmi’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1387, 5/42
[56] İbnu Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, 1/444; el-Münâvî, Abdurraûf Zeynuddin Muhammed, et-Teysîr bi Şerhi’l-C’ami’i’s-Sağîr, Mektebetu’l-İmâmi’ş-Şafi’î, Riyâd, 1408, Baskı: III, 1/286; es-Seffârîni, Muhammed İbnu Ahmed, Levâmi’u’l-Envâri’l-Behiyye, Yayınevi, Tarih: Yok, s.94,95; İbnu Ebî Ya’lâ, Ebu’l-Hüseyn, Tabakâtu’l-Hanâbile, Thk: Muhammed Hâmid el-Fakî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2/20; el-Berbehârî, Ebu’l-Hasen, Şerhu’s-Sünne, Yayınevi, Tarih: Yok, 1/50
[57] İbnu’l-Attâr, Alâuddin Ali İbnu İbrâhim, el-İ’tikâdu’l-Hâlis mine’ş-Şekki ve’l-İntiqâd, Vizâretu’l-Evqâf ve’ş-Şu’uni’l-İslâmiyye, Katar, 2011, Baskı: I, s. 395,396
[58] Muhammed İbnu Ali eş-Şevkânî’nin et-Tavzîh fî Tevâturi mâ Câe fi’l-Muntazari ve’d-Deccâli ve’l-Mesîh’i, Sıddık Hasan Hân’ın el-İzâ’a li mâ Kâne ve mâ Yekûnu beyne yedey Eşrâti’s-Sâ’a’sı, Muhammed Enver Şâh el-Keşmîrî’nin et-Tasrîh bi mâ Tevâtere fî Nüzûli’l-Mesîh’i ve Akîdetu’l-İslâm fî Hayâti İsa Aleyhisselâm’ı, Muhammed Habîbullah eş-Şenkıtî’nin el-Cevâbu’l-Mukni‘u’l-Muharrer fi’r-Reddi alâ men tağâ ve tecebbera bi da’vâ ennehû İsa ev Mehdiyyu’l-Muntazar’ı, Abdullah İbnu Muhammed el-Ğumârî’nin İkâmetu’l-Burhan alâ Nüzûli İsa Aleyhisselâm’ı ve Akîdetu Ehli’l-İslâm fî Nüzûli İsa Aleyhisselâm’ı Muhammed Ali A’zam’ın İzâletu’ş-Şübuhâti’l-İzâm fi’r-Reddi alâ Münkiri Nüzûli İsa Aleyhisselam’ı ve Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin Nazratun Âbira fî Mezâ’imi men yünkiru Nüzûle İsa Aleyhisselami kable’l-Âhire’si ve Şeyh Muhammed Bahit’in Akîdetu Ehli’l-İslâm’ın son tarafında tab‘ edilen fetvâsı bunlardan bir kaçıdır.
[59] Ebu Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, Thk: Ebû Şu’be es-Senebâdî, Yayınevi, Tarih: Yok, s.45
[60] Ahmed İbnu Hanbel, Usûlü’s-Sünne, Ma’hedu’l-Mîrâsi’n-Nebevi, Tarih: Yok, s. 7
[61] el-Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed İbnu Muhammed, Te’vîlâtu Ehli’s-Sünne, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1426, Baskı: I, 2/374
[62] el-Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed İbnu Muhammed, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, Katar, s.170
[63] el-Eş’arî, Ebu’l-Hasen Ali İbnu İsmâîl, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve’htilâfu’l-Musallîn, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Baskı: III, s. 295
[64] et-Tahâvî, Ebû Ca’fer, el-Akîdetu’t-Tahâviyye, Thk: Mecdî Ebû Arîş, Dâru’l-Beyâriq, Ürdün, 2001, Baskı: I, s.29
[65] İbnu Mende, Muhammed İbnu İshâk, Kitâbu’l-Îmân, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1985, Baskı: II, s.958
[66] el-Bağdâdî, Abdülkahir İbnu Tahir, el-Fark beyne’l-Fırak ve Beyânu’l-Firkati’n-Nâciye, Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut, 1977, Baskı: II, s.224
[67] el-Bağdâdî, Abdülkahir İbnu Tahir, Usûlü’d-dîn, Matbaatu’d-Devle, İstanbul, 1346, Baskı: I, s. 159- 160
[68] ed-Dânî, Osmân İbnu Sa’îd el’Kurtubî, er-Risâletu’l-Vâfiye li Mezhebi Ehli’s-Sünneti fi’l-İ’tikâdâti ve Usûli’d-Diyânât, Dâru’l-İmâm Ahmed, Kuveyt, 2000, Baskı: I, s. 243
[69] Ebu’l-Yüsr el-Bezdevî, Usûlü’d-dîn, el-Mektebetu’l-Ezheriyye, Kahire, 2003, s. 252
[70] el-İsfehânî, İsmail İbnu Muhammed, el-Hücce fî Beyâni’l-Mehacce, Thk: Muhammed İbnu Rebî’ el-Medhalî, Dâru’r-Râye, 1419, Baskı: II, 2/463
[71] el-Ğaznevî, Cemâlüddin Ahmed İbnü Muhammed, Usûlü’d-dîn Thk: Ömer Vefîk Dâ’ûk, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, Lübnan, 1419, Baskı: I, s. 202
[72] eş-Şehristânî, Ebu’l-feth Muhammed İbnu Abdilkerim, el-Milel ve’n-Nihal, Müessesetu’l-Halebî, Tarih: Yok, 2/26
[73] e-Ûşî, Ali İbnu Osman, Bed’u’l- Emâlî, İstanbul, 1319 s. 22
[74] el-Makdisî, Takıyyuddin Ebu Muhammed Abdülğani, el-İktisâd fi’l-İ’tikâd, Mektebetu’l-Ulûm ve’l-Hikem, Medine-i Münevvere, 1993, Baskı: I, s. 191
[75] el-Makdisî, İbnu Kudâme, Lum‘atu’l-İ‘tikâd, (el-İrşâd ile), Daru Tayba, 1418, Baskı: I, s.262
[76] eş-Şeybânî, İsmail İbnu İbrâhim İbnu Ali, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, s.47
[77] et-Teftâzânî, Sa‘duddin Mes’ûd İbnu Ömer, Şerhu’l-Makâsıd fî İlmi’l-Kelâm, Dâru’l-Me‘ârifi’n-Nu‘mâniyye, Pakistan, 2/271
[78] et-Teftâzânî, Sa‘duddin Mes’ûd İbnu Ömer, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan, s. 160
[79] en-Nesefî, Abdullah İbnu Ahmed İbnu Mahmud, el-İ‘timâd fi’l-İ‘tikâd,(Şerhu’l-Umde fî Akîdeti Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ’a), el-Mektebetu’l-Ezheriyye, Kahire, 1432, Baskı: I, s. 470
[80] el-Kârî, Ali İbnu Sultan Muhammed, Minahu’r-Ravdi’l-Ezher fî Şerhi’l-Ekber, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, Lübnan, 1998, Baskı: I, s. 324
[81] el-Kârî, Ali İbnu Sultan Muhammed, Dav’u’l-Me‘âlî li Şerhi Bed’i’l-Emâlî, İstanbul, 1319 s. 22
[82] ed-Derdîr, Ahmed İbnu Muhammed el-Adevî, Şerhu’l-Harîdeti’l-Behiyye fî İlmi’t-Tevhîd, Thk: Abdüsselam İbnu Abdi’l-Hâdî Şennâr, Yayınevi, Tarih: Yok, s. 154
[83] Tafsil için bkz. el-Buhârî, Abdülaziz İbnu Ahmed, Keşfu’l-Esrâr an Usûli Fahri’l-İslami’l-Bezdevî, Thk: Abdullah Mahmud Muhammed Ömer, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1418, Baskı: I, 3/386; et-Teftâzânî, Sa’duddin Mes’ûd İbnu Ömer, Şerhu’ t-Telvîh ale’t-Tavdîh li Metni’t-Tenkîh fî Usûli’l-fıkh, Thk: Zekeriyya Umeyrât, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1416, Baskı: I, 2/102; İbnu Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahrîr fî İmi’l-Usûl, Daru’l-Fikr, Beyrut, 3/152
[84] es-Suyûtî, Celâluddin, el-İ’lâm bi Hükmi İsa Aleyhisselam, (el-Hâvî lil Fetâvâ içerisinde), s. 2/201
[85] el-Âlûsî, Rûhû’l-Me’ânî, 11/213
[86] el-Keşmîrî, Muhammed Enver Şah, İkfâru’l-Mülhidîn fî Zarûriyyâti’d-Dîn, el-Meclisu’l-İlmî, Pakistan, 1424, Baskı: III, s.11