
‘EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT İ‘TİKADINA GÖRE MEHDİ ALEYHİRRIDVÂNIN ZUHÛRU’ BAŞLIKLI MAKALEMİZİN HULÂSASI
Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûruyla ilgili ortaya atılan şüphe mâhiyetindeki îtirazlara verdiğimiz cevapların netîcesini şöyle özetlememiz mümkündür:
Hazreti̇ Mehdî Hakkindaki̇ Hadîs-İ Şerîfler Mütevâti̇rdi̇r
Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın âhir zamanda ortaya çıkarak, kaybolan İslâmî hakîkatleri Allah ﷻ’ın izni ile yeniden ihyâ edeceği Efendimiz ﷺ tarafından haber verilmiştir. Efendimiz ﷺ’den bu meselede nakledilen çokça sahîh ve hasen rivâyet vardır. Bu rivâyetler muhaddis imamlarımızın da beyânıyla “mütevâtir” seviyesine ulaşmıştır. Bu sebeple, Peygamber Efendimiz ﷺ’in haber verdiği bu husûsa îmân etmek bir Mü’minin vazîfesidir.
Ehl-i Sünnet ulemâmızın Mehdî (Aleyhirrıdvân)’a inanmamız gerektiğine dâir ittifâkı vardır. Bu ittifâk, Mehdî meselesine dâir Efendimiz ﷺ’den gelen hadîslerin inkâr edilemeyecek derecede sâbit olmasından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde, Mehdî meselesi bâzılarının iddiâ ettiği gibi zamanla i’tikâd hâline gelmiş bir mevzû değildir. Kendilerini zâten Sünnet inkârcılığı düşüncesi ve şâz görüşleriyle tanıdığımız bâzı isimlerin Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûrunu inkâr etmesi bu meselenin İslâm âlimleri arasında ihtilaflı olduğunu göstermez. Zîrâ biz, sözüne îtimâd edilmesi gereken hiçbir âlimin doğrudan bu hakîkati inkâr ettiğini bilmiyoruz. Dolayısıyla Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın âhir zamanda ortaya çıkacağı husûsu ulemâmızın ittifâk ettiği bir meseledir.
Mehdî Konusunun Kur’an’da Geçmediği Görüşü Sünnet’in Delîl Olduğunu İnkârdır
Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın ortaya çıkışının Kur’an’da geçmediği ve bu sebeple hakîkat olmadığı iddiâsı temelden ârızalıdır. Zîrâ, İslâmî meselelere böyle yaklaşılacak olursa namaz, zekât dâhil bilcümle ibâdetlerin nasıl yapılacağı, fâizin ne olduğu, alışverişlerin İslâmî şartlara uygun şekilde nasıl yapılacağı, günümüzün en yaygın muâmelelerinden şirket, vakıf gibi müesseselerin dînimize uygun şekilde nasıl kurulup yürütüleceğine dâir Kur’an’da en ufak bir detaya bile rastlamamız mümkün değildir. Buradan hareketle bahsini yaptığımız şeylerin İslâm dışı olduğu söylenebilir mi? Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in Mehdî (Aleyhirrıdvân)’a hiç değinmediğini söylemek de doğru değildir. Nitekim, Bakara Sûresi’nin 114. Âyeti ve Nûr Sûresi’nin 55. Âyet-i kerîmelerinde Mehdî (Aleyhirrıdvân)’a işâret buyrulduğu müfessirler tarafından beyân edilmiştir.
MEHDÎ İNANCININ BAŞKA DİNLERDEN GEÇTİĞİ GÖRÜŞÜ TEMELDEN ÂRIZALIDIR
Mehdî inancının başka dinlerden ve kültürlerden bize intikâl ettiği de tutarsız bir iddiâdır. Zîrâ bir şeyin bizâtihî kendisinin veyâ bir benzerinin başka bir dinde veyâ kültürde yer alması bize o dinden intikâl ettiği anlamına gelmez. Aksi takdirde, Kur’an’da anlatıldığı şekliyle İsrâiloğullarına verilen belâların Tevrât’ta da anlatılıyor olması veyâ bâzı âyetlerde Hazreti ‘Îsâ (Aleyhisselâm)’a verildiği belirtilen mûcizelerin Yeni Ahit’te (İncîl’de) de yer alıyor olması bu bilgilerin Kur’ân’a oralardan geçtiği gibi bir netîce doğuracaktır. Böyle bir netîceyi kabullenmek nasıl ki mümkün değilse Mehdî (Aleyhirrıdvân) inancının farklı şekillerde diğer din ve kültürlerde yer almasından yola çıkarak Müslümanlara onlardan intikâl ettiğini düşünmek de mümkün değildir.
Kültürler arası etkileşim sosyoloji ilminin bir gerçeğidir. Fakat bir başka gerçek de diğer kültür karşısında zayıf kalmış olanın etki altında kalacağıdır. Buna göre, târih boyu yaptıkları fetihlerle askerî, ekonomik, siyâsî, teknolojik alanlarda gâlibiyet sağlamış Müslümanların, yetkileri altında bulunan toplumlardan etkilendiklerini söylemek gülünç bir iddiâ olacaktır. Bu denli bir güce sâhip Müslümanları başka din veya kültürlerden ‘Mehdî inancı’ ithâl etmeye sevk eden sebebin ne olduğu sorusunun sağlıklı bir şekilde cevaplanabilmesi mümkün değildir.
Bahsini yaptığımız bu başarılar, Mehdî inancının târih boyu Müslümanları ‘Kurtarıcı bekleyerek tembellik yapmaya sevk ettiği’ iddiâsını da geçersiz kılmaktadır. Zîrâ bu iddiâ, İslâm târihi boyunca dur durak bilmeden fetihler yapan, birçok alandaki gücü eline almayı başarabilen Müslümanların târihleriyle birebir çelişen bir iddiâdır. Bir mâturîdî olan ve Mehdî’ye inanan Sultan Fâtih bu inancından dolayı İstanbul’u fethetmeyi Mehdî (Aleyhirrıdvân)’a mı bırakmıştır? Bu gibi soruların İslâm târihi boyunca farklı başarılara imza atmış yüzlerce şahsiyet üzerinden de sorulması mümkündür.
İLK DÖNEM ÂLİMLERİN ESERLERİNDE MEHDÎ KONUSUNUN YER ALMAMASI ‘ÎSÂ (ALEYHİSSELÂM)’IN NÜZÛLÜNE ÎMAN KONUSUNA TÂBÎ OLDUĞU İÇİNDİR
İlk dönem âlimlerimizin eserlerinde sarâhaten bu mevzûun yer almaması, onların bu hakîkati inanılması gereken bir şey olarak görmedikleri mânâsına gelmez. Nitekim onlar, eserlerinde umûmî anlamda ‘kıyâmet alâmetleri’ ne îmân etmemiz gerektiğine zâten vurguda bulunmuşlardır. Hiç şüphe yok ki Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûru da kıyâmet alâmetlerinden birisidir. Ayrıca onlar, ilgili eserlerde ‘Îsâ (Aleyhisselâm)’ın nüzûlüne îmân etmemiz gerektiğini özellikle kaydetmişlerdir. Nüzûl hadîslerinin bir kısmında zâten Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûru da geçmektedir.
Ayrıca, ilk dönem âlimlerimizin bizzât bu meseleye yer vermemesinin bir sebebi de, ‘Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûrunun hârikulâde bir hâdise olmayışıdır’ diyebiliriz. Zîrâ o, diğer insanlar gibi doğup büyüyecek ve belli bir yaşa geldikten sonra vazîfesini icrâ edecektir. Dolayısıyla, ‘Îsâ (Aleyhisselâm)’ın nüzûlü gibi hârikulâde bir hâdiseye inanmamızı telkîn eden ilk dönem âlimleri Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûruna inanmamızı da evleviyetle telkîn etmiş olmaktadırlar. Ayrıca İsa 8’ın inişinin, Mehdî (aleyhirrıdvân)’ı Deccâl’den kurtarmak için olacağı sahih hadislerde beyan edilmişken[1] bu konu birbirinden ayrı nasıl düşünülebilir?
MEHDÎ HADİSLERİNİN ÂHÂD OLMASI İNKÂR EDENİ KÂFİR SAYMAMAMIZI GEREKTİRİR YOKSA ÎMÂN ETMEMİZ GEREKTİĞİ GERÇEĞİNİ DEĞİŞTİRMEZ
Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûrunu haber veren rivâyetlerin âhâd oldukları için ilim ifâde etmeyecekleri ve akîdede delîl olamayacakları görüşü de tamâmen ulemâmızın konu hakkındaki görüşlerini yanlış anlamaktan kaynaklanmaktadır. Zîrâ âlimlerimiz, haber-i vâhidin ilim ifâde edemeyeceğini söylerken ‘zıttına hiç ihtimâli olmayan kesin ilmi’ kastetmişlerdir. Haber-i vâhidin böyle bir ilim gerektirmeyeceği açıktır. Fakat bu, haber-i vâhidin hiç ilim ifâde etmeyeceği anlamına gelmemektedir. Bilakis haber-i vâhid, akâidin aslî meselelerinin dışında delîl olarak kullanılabilir ve de kullanılmıştır. Aynı şekilde ulemânın bu görüşü, inkâr edilmesi durumunda tekfîri gerektiren husûslarda haber-i vâhidin delîl olarak kullanılamayacağı mânâsındadır. Âhâd haberlerin akîdede delîl olmayacağı görüşünün mânâsı budur. Oysa bu sahada söz sahibi olan âlimlerimiz Mehdî (aleyhirrıdvân)’ın zuhuruyla ilgili hadîs-i şerîflerin mânen mütevâtir olduğunu söylemişlerdir. Buna rağmen biz faraza Mehdî rivâyetlerinin haber-i vâhid olduklarını kabûl etsek bile bu durum Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın zuhûruna îmân etmemiz gerektiği gerçeğini değiştirmeyecektir.
BİR ŞEYİN İSTİSMARI O ŞEYİN SAHTE OLDUĞUNA DELALET ETMEZ
Târihten bugüne Mehdeviyet konusunun istismâr edilmesi de bu hakîkatin inkârı için gerekçe olamaz. Zîrâ bir şeyin istismâr edilmesi hakîki olanının da sahte olduğuna delâlet etmez. Böyle düşünecek olursak bugüne dek sahte peygamberlerin nübüvvet müessesesini, vahiy mefhûmunu, mukaddes kitapları istismâr etmiş olmasını da peygamberliğin inkârına gerekçe kılmamız gerekir. Böyle bir şey ise zındıklıktır.
İMÂM-I RABBÂNÎ ve ONUN BAŞ TÂKİPÇİSİ MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİNE GÖRE MEHDÎ’NİN ZUHÛRU İÇİN UZUN ZAMAN VARDIR
Son olarak ifade edelim ki, Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın âhir zamanda bir kıyâmet alâmeti olarak ortaya çıkacağı Efendimiz ﷺ tarafından haber verilmiş bir hakîkattir. Fakat rivâyetlerde ne zaman çıkacağına dâir bir malumata rastlamak mümkün değildir. Bu konuda İmâm-ı Rabbânî Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)’nun görüşü Mehdî (Aleyhirrıdvân)’ın ikinci binyılda geleceği yani ikinci bini geçmeyeceği ve zuhûr edeceği asrın ilk çeyreğinde geleceği şeklindedir. (İmâm-ı Rabbânî, el-Mektûbât, mektûb rakamı: 261, 1/265; mektûb rakamı; 68, 2/118) Yani her asır yüz sene olduğuna göre hicrî 1925’de de olabilir, daha evvelki ilk çeyreklerde de olabilir.
Bazılarının iddiâ ettiği gibi bu görüş, Mektûbât’ın farsça aslından Arapçaya tercüme edilişindeki bir yanlışlıktan dolayı İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhu)’ya nispet edilmiş değildir. Bilakis Mektûbât’ın farsça aslına da baktığımızda İmam-ı Rabbânî (Kuddise sirruhû)’nun bu görüşte olduğunu görüyoruz. Mevzûyla ilgili Mahmûd Efendi Hazreterimiz (Kuddise Sirruhû)’nun görüşü de farklı değildir.
Nitekim şu hadise bu duruma ışık tutmaktadır: İmam Nesefî (rahimehullah) Nûr Süresi 55. Ayetin[2] tefsirinde (Rahimehullâh) şöyle bir hadis zikretmektedir:
لَيَدْخُلَنَّ هَذَا الدِّينُ عَلَى مَا دَخَلَ عَلَيْهِ الَّليْلُ
“Elbette bu din, gecenin girdiği her yere girecektir.”
Üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri tefsirde burayı okurken şöyle buyurdular: “Gecenin ve gündüzün girdiği her yerde İslam yaşanacak. Bu mutlaka olacaktır. Allah Celle Celâluhû’nün vaadi vardır. Bu, henüz şimdiye kadar olmadı. Osmanlı’lar devrinde bile olmadı. O halde bu, ya Hazreti Mehdî ve Hazreti Îsâ Aleyhimesselâm geldikleri zaman veya onlardan evvel olacaktır. Hazreti Mehdî Aleyhisselâm’ı beklemek tembelliktir. İslam’ın her tarafa yayılması için çalışalım da bu şerefe biz nail olalım.”
Hazreti Mehdî’nin zuhûrunun yakın olup olmadığı konusunu Mahmûd Efendi Hazretlerine defaatle şâhitler huzûrunda sorduğumuzda: “Daha zaman var” buyurduktan sonra: “Şu anda İslâm ilerliyor, Hazreti Mehdî ilk çıktığı zamanlar İslâm çok geri kalacak, abdestten gusülden soru sorulacak âlim bulunamayacak. Onun ortaya çıkışı öyle bir zamanda olacak ki İslâm’ı kimse tanımaz bir halde olacaktır. İslâm şimdi biliniyor. Onun gelişi kıyamet alâmetlerindendir.” Buyurmuş ve açıkladığı hükmün illetini de beyân etmiştir.
Zâten sahîh hadîsi şerîfte geçen:
“الْعَرَبُ يَوْمَئِذٍ قَلِيلٌ، وَجُلُّهُمْ بِبَيْتِ الْمَقْدِسِ.”
“O gün Araplar çok az olacak ve hemen hepsi Kudüs’te bulunacak” ifâde-i nebevviyyesi [3]de bu görüşü teyid etmektedir.
Zîrâ bugün dünyâda 400 küsur milyondan fazla Arap yaşamakta ve Kudüs’te bunlardan sadece 300 küsur bini ikâmet etmektedir. Yine sahîh hadîsi şerîfte:
عُمْرَانُ بَيْتِ الْمَقْدِسِ، خَرَابُ يَثْرِبَ
“(Hazreti Mehdî’nin imâm olmasıyla) Beyt-i Makdis’in (Mescid-i Aksâ’nın) ma’mûr olması, Medîne’nin (vahşi hayvanlara yuva olarak) vîrân olması (dönemine rastlayacak)dır” buyurulmuştur.[4]
Önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde milyarlarca Müslümanın âniden yok olup Medîne’yi vîrân bırakacakları düşünülecek şey değildir. Demek ki önümüzdeki yüzyıllarda İslâmiyet zamanla gerileyecek ve Müslümanların sayısı çok azalacak, Araplar ise ekseriyeti Mescid-i Aksâ civârına yerleşecek kadar az nüfusa sâhip olacaklar, Hazreti Mehdî orada onlara imamlık yapacak, Deccâl’in çıkmasıyla zora düşünce ‘Îsâ ‘Aleyhisselâm Şâm-ı Şerîf’teki beyaz minareye inerek sabah namazında Mescid-i Aksâ’ya gelip Hazreti Mehdî’nin arkasındaki cemaate dâhil olacak, namazın akabinde ise Lüdd kapısında Deccâl’e kavuşarak onu bir darbe ile gebertecektir.
Bütün bu konular hadîs-i şerîflerde sarâhaten ifâde edilmiştir. (İbnü Mâce, es-Sünen, rakam: 4077, 2/1359; Müslim, es-Sahîh, rakam: 2945, 4/2266; Tirmizi, es-Sünen, 3930, 5/724; Ebû Dâvûd, es-Sünen, rakam: 4321, 4/117)
İşte bütün bu hadîs-i şerîfler göz önünde bulundurulduğunda Mahmûd Efendi Hazretleri’nin görüşünün ne kadar isâbetli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Mahmûd Efendi Hazretlerimize nisbet edilen: “Mehdî şu anda medresede talebeliğe başladı” şeklindeki söz ise; tamâmen iftirâdan ibârettir. Bunca âyet ve hadîse ve İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin beyânlarına rağmen ona bağlı bir insan nasıl kendisinden böyle bir söz sâdır olduğunu iddiâ edebilir, hem de kürsüden söylediği iddiâ edilen bir söz kırk sene nasıl gizli kalabilir?!
Binâenaleyh, günümüzde ‘Mehdîyim’ diye ortaya çıkanlar veya bu iddiâya zemîn hazırlayanlar farklı hesapların peşinde olan kişilerdir. Bu tür kişilere îtibâr edilmemesi gerekir. Zîrâ, rivâyetlerde Mehdî (Aleyhisselâm) sâdece ismiyle anlatılmamış bilakis alâmetlerinden de bahsedilmiştir. Bu alâmetlerin ortaya çıkması söz konusu olmadan Mehdî (Aleyhisselâm) zuhûr etmeyecektir. Günümüzde ise bu alâmetlerden hiçbiri vâkî olmamıştır. O halde, Mehdîlik iddiâsında olanlara veyâ yakında çıkacağını söyleyenlere kesinlikle îtibâr edilmemelidir. Bilakis bu şahıslar psikolojik tedaviye teşvik edilmelidirler.
Dipnotlar
[1] Ahmed ibnü Hanbel, Müsned, 29/430, No: 17900; el-Lâlikâî, Şerhu Usûli İ‘tikâdî Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ‘a, No: 317; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 4580; Hâkim, el-Müstedrek, No: 4163; Bezzâr, Müsned, No: 4635; İbn Hibbân, Sahih, No: 6812
[2] وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Allâh, o iman etmiş olan ve salih ameller işlemiş bulunan sizlere vaadde bulunmuştur ki; kasem olsun; elbette onlardan önceki kimseleri halîfe kıldığı gibi/ yerlerine geçirdiği gibi/ kesinlikle onları da yerin tamamında halîfe yapacaktır/ yerlerine geçirecektir/, yine andolsun ki; elbette onlar için seçip beğendiği (İslâm) dinlerini mutlaka kendileri için iyice sâbit kılacaktır ve yine yemin olsun ki; elbette korkularının ardından onları gerçekten mükemmel bir güvenceyle değiştirecektir. Çünkü onlar Bana ibadet etmektedirler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmamaktadırlar! İşte her kim bundan sonra kâfir olursa/ kâfir kalırsa/, işte fâsıkların ta kendileri ancak onlardır./ İşte her kim bundan sonra nankörlük yaparsa, işte fâsıkların ta kendileri ancak onlardır.”
[3] İbnü Mâce, es-Sünen, rakam: 4077, 2/1359; Müslim, es-Sahîh, rakam: 2945, 4/2266; et-Tirmizi, es-Sünen, rakam: 3930, 5/724
[4] Ebû Dâvûd, es-Sünen, rakam: 4294, 4/110; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam: 22023, 36/352